top of page
Ara
kaancanyoga

Gönül Dili

Güncelleme tarihi: 8 Kas 2019

Babam ile yaptığımız bir sohbeti hatırlıyorum. Zamanında önemli şirketlerde müdürlük yapmıştı. Ona nasıl müdür olduğunu sormuştum(herhalde 18 yaşında falandım). Bana üniversite mezunlarının o dönemde çok olmadığından kendisini müdür yaptıklarını söylemişti. Tabi ki sırf üniversite mezunu olduğundan değil, aynı zamanda da işinde başarılı biriydi. Ama zamanı gelip sorumluklar dağıtıldığında, bu durum onun öne çıkmasını sağlamıştı.

   Günümüz koşullarına baktığımızda, çocuklarımızın bırakın üniversite mezunu olmasını 2,3 belki de 4 dil bilmesi gerekiyor. Rekabet yükseldikçe eldeki kart sayısını arttırmak önemli bir durum. Tabi bu durumun böyle olmasını, özel üniversitelerin artması da etkiledi. Bazıları ise özel üniversitelerin eğitim kalitesini düşürdüğü, bazıları ise arttırdığı görüşünde. Her ne olursa olsun, sonuçta durum bu.

Ama gönlümün sizlerle paylaşmak istediği, bu polimikler değil. Çünkü, esas atlanılan başka bir noktanın olduğunu düşünüyorum. Gönül Dili.

    Çocukları o kadar yoğun ve acımasız bir eğitime sokuyoruz ki, artık onlar sadece bir bilgisayar oluyor. Her sorduğuna cevap verebilen, veremediğini google dan araştırıp ertesi gün cevap verebilen bir bilgisayar. Sonra ne oluyor peki? Aldıkları bir sürü sertifika ve mezuniyet belgeleriyle mutlu bir hayat sürüyorlar mı acaba!

Öyle olsaydı eğer, bu konumdaki insanlar depresyon nedir bilmezlerdi. Öyle olsaydı bu kadar eğitimden geçmiş, onlarca sertifikası olan, zeki ve 5 yabancı dil bilen bir insanı, hiçbir durumun sıkıntıya sokmaması gerekirdi. Nasıl olsa, zekaları ile her şeyi çözebilir değil mi! Bunun böyle olmadığını, hepimiz biliyoruz. Peki bildiğimiz halde, neden böyle davranıyoruz o zaman. Kendi yapamadıklarımızı, neden çocuklarımız üzerinden yapmaya çalışıyoruz. Neden onlara bu konularda yardımcı olduğumuz kadar, özür dilemenin erdemini ve karşılık beklemeden de başkasına yardımcı olunabileceğini öğretmiyoruz. Bir arkadaşı ağladığında elini tutup yanında konuşmadan oturup acısını bir nebze paylaşıp, onu rahatlatabilmenin erdeminden bahsetmiyoruz. Neden, hayvan sevgisi olmayan bir insanın, insan sevgisine sahip olamayacağını anlatmıyoruz. Neden, dokunmanın öneminden bahsedip bilgisayar başında futbol oynamaktansa, dışarıda arkadaşlarıyla düşe kalka oynamasının güzelliğini anlatmıyoruz. Neden, matematik ve fizik kitaplarına, özel hocalarına dünyalarca para harcayıp küçük prens kitabını almayı ihmal ediyoruz. 


     Kitabı aldık diyelim işimiz bitiyor mu peki? Yabancı dil kitabı alınca işiniz bitiyor mu? Bitmiyor. Kitabın ona yabancı dil öğretebilmesi ne kadar mantıklıysa, gönül yolunu anlaması için bir çocuğun küçük prensi okunması da o kadar mantıklı. Kaldı ki, sevgi mantığın olmadığı yerde başlar. Yani analatik zeka da değil, duygusal zeka da. Işık olmadan, yol bulunmaz. Çocuğa önce ışık gerek, sonra o ne yapacağını senden benden daha iyi bilir. Biz ise eline fener veriyoruz sadece ve yolunu bul diyoruz. Besliyoruz ve anne baba olarak sevgi veriyoruz. Bu tabi ki yapılması gereken ama, yeterli mi! Sevgi sadece anne-babadan alınabilecek kadar sığ bir enerji mi! Sonsuz bir enerjiyi bu kadar küçük bir kalıba sokmak bizim haddimize mi! Neden, başkalarında da bulamasın ki bu saf enerjiyi. Zaman zaman bu duyguyu başkalarıyla deneyimlemesi, onun canını acıtabilir. Ama bu acı, onun kendi içindeki saflığı bulabilmesi için gerekli bir riyazettir.  Belki de, insan olması için yaşaması gereken o. Dememiş mi Rumi; Zor diyorsun. Zor olacak ki imtihan olsun, diye. Boşuna mı demiş, dünyanın Aşk ehli denen kişi. 


    Sevgiyi serbest bırakmadıkça Cebr'de (analatik zeka) kalır kişi. Sonsuzluklar aleminde, sınırlar içinde kalmak ne kadar acı. Gönül bu kadar büyükken, onu kafese koyarsa kişi kanatları olsa bile uçmayı bilmez ki. Kanat, uçmadıktan sonra işe yaramaz, zul olur kişiye. Anlamsız olur. Anlamsız olan her şey, yok olmaya mahkumdur. Ama Gönül o kadar büyük bir enerji ki, eninde sonunda tekrar anlamlanır. Ama o zaman kişi kendisine öğretilenler ile, kendisi için yapması gerekenler arasında bocalamaya başlar. Bir yanda entellektüel kişiliği ona; savaş ve menfaatinin gerektirdiğini ne pahasına olursa olsun al - kendini olduğundan farklı göster - insanları kelime oyunlarıyla etkile derken, gönül'ü; sen kendini ancak sende bulabilirsin onu ara, der. Bu kadar basit mi peki? Bu kadar basit ama zor olan zaten basit olmak. Yani bizim çocuklarımıza öğretmediğimiz tek şey. Esasında buna, sadelikte diyebiliriz. Çünkü basitlik kelimesi, özensiz olarak algılanabilir. Ama burada sonsuz bir özen söz konusu. Kendimize özen gösteremezsek, başkasına göstermemiz mümkün değildir. Öyleyse önce kendimizden başlayıp, sonra çocuklarımıza bunu aktarmalıyız. O zaman ebeveyn olarak görevimizi yapmış oluruz.

Yukarıdaki neyse, aşağıdaki o'dur. Batın zahirden, zahir ise batından ayrı düşünülemez. O zaman, çocuklarımıza zahiri yaşam için gösterdiğimiz özen kadar, batın içinde özen göstermeliyiz. Onlara en güzel eğitimleri aldırmamız ve artık her geçen gün daha bütünleşen bir dünyada başarılı olabilmesi için yabancı diller öğrenmesine yardımcı olmamızla beraber, gönül yolunu eksik bırakmamız; her şeyi tamam olup dikiz aynısı olmayan bir ferrari ye sahip olmaktan farksız'dır. Unutulmaması gereken şey ise; arabanız ne olursa olsun, dikiz aynası olmadan sağlıklı bir sürüş mümkün olamaz.

   Beden,zihin ve ruh farkındalığının her daim bizlerle olması dileğiyle.

   Sevgi ve huzurla.







15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


bottom of page